– Keşke param olsada şu konvoylardan birine katılabilsem. Öğrenci olunca malum her zaman nakite ihtiyaç duyuyorsunuz. Ama bu konvoya katılmak için ne gerekiyorsa yapıcam. Tabiyki zamanı gelince. Şimdilik neler yapılıyor – nasıl 4 gün geçiriliyor okumakla yetiniyorum.
* http://www.competus.com.tr/ Lassa’nın düzenlediği kesif konvoyu gezisi bilgilerine ulaşabilirsiniz. Resimlerini yayınlayacağım adreslerinin linklerini mesaja ekleyeceğim. Gerçekten çok güzel bir gezi konvoyu ve 4 günü dolu dolu yaşandığı bir gerçek… Ahhh ahhh
1. GÜN / BATI BEYDAĞLARI
İstanbul-Antalya uçağı ile İstanbul’dan saat 07:20’de hareket ve 08:20’de Antalya’ya varış. Havalimanında 4×4 araçlarla karşılanma, tur ve araçlar hakkında bilgilendirme ve yola çıkış.
Yaklaşık 25 km sonra Antalya şehir merkezinin batısından Beydağları eteklerindeki Bahtılı Köyü’nde gözleme, ev yapımı reçeller, keçi peyniri ve yöresel ekmeklerden oluşan kahvaltı için mola.
Molanın ardından yüzyıllardan beri kullanılmakta olan bölgeye özgü su değirmenlerinden birinin bulunduğu Sinan Deresi’ne çıkış. Sinan Değirmeni’nde, yaklaşık 2600 yıllık bir mimari geçmişe sahip Likya ev tipi kaya mezarlarının bire bir planına sahip ve günümüzde sadece Likya bölgesinde görülen ahşap tahıl ambarlarının ziyareti.
İkinci molanın ardından elma ve vişne bahçelerinin yer aldığı vadiden yükselerek Tekir Yayla üzerinden, 2200 metrede geçit veren Bakırlı Gediği’nden aşana kadar sürekli tırmanma. 2500 metredeki Bakırlı Zirvesi’nde yer alan Türkiye’nin en önemli, görüş berraklığı ve süresi bakımından dünyada sayılı gözlem evlerinden biri olan “Tübitat Ulusal Gözlemevi’nin ziyareti. Ziyaretin ardından 2000 metredeki Beydağı Yaylası’na inerek piknik tarzında öğle yemeği.
Yemekten sonra, bir kısmı WRC (Dünya Ralli Şampiyonası) etap parkurlarını da içeren rotadan ilerleyerek Ovacık Köyü’ndeki Gül Mountain Oteli’ne varış. Otelin Göynük Vadisi manzaralı yüzme havuzunda serbest zaman. Akşam yemeği ve geceleme Gül Mountain Otel’de.
2. GÜN / ALAKIR VADİSİ – OLUKLU YAYLA
Sabah kahvaltısından sonra saat 08:30’da hareket ederek, Beydağları’nın gizli kalmış, çok az kimsenin bildiği antik dönem yerleşimlerden Kitanaura antik kentine kısa bir ziyaret. Kitanaura’da kısa bir mola ve bilgilendirmeden sonra eski adıyla Gödene, yeni adıyla Altınyaka Köyü’ne varış. Buradan Alakır Vadisi’ne inerek bölgenin önemli yaşam kaynaklarından biri olan Alakır Nehri kenarında çay (ve dileyenler için kısa bir yüzme) molası. Molanın ardından 4×4 araçlarla Alakır Nehri’nden geçerek, çok eski yörük yollarını kullanarak Batı Toros Dağları’nın en yüksek zirvesi olan Kızlar Sivrisi’nin eteklerinde kurulmuş olan antik Idebessos kentine varış. Idebessos kentini gezdikten sonra, nefis manzarası ile görenleri büyüleyen Oluklu Yayla’ya çıkış. Burada açık havada piknik yemeğinden sonra, Yalnız Köyü üzerinden, Toroslar’da hala önemli bir merkez durumunda olan Elmalı ilçesine varış. Dileyenler için akşam yemeğinden önce, tarihi Elmalı Hamamı’nın ziyareti. Akşam yemeği, yöre yemeklerinin tadılacağı Elmalı Restoran’da. Konaklama ise tipik bir Toros Kasabası oteli olan Arzu Otel’de.
3. GÜN / FİNİKE
Sabah erkenden tarihi Elmalı evlerinin ziyareti. Ardından, Beyler Köyü’nde yer alan ahşap tahıl ambarlarını geçip, Kızılağaç Kapısı’ndan Dokuzgöl/ Çiğlikara Tabiat Tarihi Ormanları’na giriş. Dünyadaki en değerli ağaç türlerinden olan ve en geniş ormanlık alanları sadece Türkiye’de bulunan Sedir (Katran) ormanlarıyla kaplı bu bölge, gören herkesi büyülemektedir. 2,000 yaşındaki sedir ağaçlarının bulunduğu Çiğlikara Ormanları, bugün koruma altında ve endemik yapısı ile dünyadaki pek çok bilim adamının ilgisini çekmeye devam ediyor.
Tekke Gediği’ni aşarak Üçoluk’da meşhur Elmalı Simidi ile çay/kahve ikramı. Ardından Avlan Gölü etrafından dolaşarak Arykandos Vadisi içerisinde ve hemen Arykandos Deresi yanında yer alan Çoban Alabalık tesislerinde (geç) öğlen yemeği.
Yemeğin ardından belki de tüm Likya’nın en görkemli antik kenti olan Arykanda’ya varış. Arykanda gezisini takiben, Arykandos Vadisi boyunca ilerleyerek deniz kenarına, Finike’ye iniş. Gala yemeği yerel müzisyenler eşliğinde Finike’de, konaklama Presa Di Finica Otel’de.
4. GÜN / KIBRISÇIK KANYONU – DALAMAN
Sabah 08:30’ da hareket ederek, manzarası ile büyüleyici Finike – Demre sahil yolundan Demre’ye, daha sonra köy yollarını takip ederek Kıbrısçık Kanyonu’nun girişi olan Sütleğen kasabasına varış. Kanyon girişinde, kanyon yürüyüşü için bize eşlik edecek olan ekip tarafından bilgilendirme.
Uygun ekipman ve kıyafetler ile özel kanyon rehberleri öncülüğünde yaklaşık iki saatlik kanyon yürüyüşü. Bu sırada küçük şelale geçişleri yapılacak, ardından aynı yoldan geri dönüş. Kanyon’dan çıkıştan sonra, Sütleğen’de bir köy evinin bahçesinde mangal eşliğinde öğlen yemeği. Yemeğin ve yemek sonrası serbest zamanın ardından Sütleğen’i Fethiye’te bağlayan dağ yolundan ilerleyerek Arsada ve Tlos antik kentlerini geçerek ana yola çıkıp Dalaman Havalimanı’na varış.
Competus, Lassa’nın her türlü hava koşulunda, hem arazide, hem de asfaltta kullanım amacıyla geliştirdiği, genel amaçlı, “All Terrain” tipi modern 4×4 lastiğidir. Competus, 4×4 araçların ihtiyaç duyduğu çekiş gücünü, kullanıcılarının aradığı konforu ve güvenliği bir arada sunmaktadır. Competus, önce yurtdışındaki 4×4 araç kullanıcılarının beğenisine sunulmuş, değişik iklim ve yol koşullarında zorlu testlerden geçerek sürücülerden tam not almıştır.
1- Güçlü gövde konstrüksiyonu, lastiğin bozuk zeminde güvenli çalışmasını sağlar.
2- Özel sırt karışımları, düşük yuvarlanma direnci ve lastiğin tüm ömrü boyunca güçlü çekiş sağlar.
3- Köşeli omuzlar kar ve çamurda ilave çekiş sağlar.
4- Çelik kuşakların üstünde bulunan eksiz naylon darbe katları, otoyol kullanımında dengeli sürüş sağlar.
5- Yanaktaki koruyucu tabaka lastik yanağını darbelere karşı korur.
6- Beyaz çerçeveli yazılar çekici, sportif bir görünüş sağlar. (205/80R16 ebadı hariç.)
7- Tek telin sarılmasıyla elde edilen eksiz ”mono-filaman” topuk teli demeti sayesinde, lastik janta daha iyi oturur, düzgün ve titreşimsiz sürüş sağlar.
8- Özgün yanak profili sayesinde, lastiğin üstün direksiyon hakimiyetinden taviz verilmeden sürüş konforu sağlanmıştır.
1- Geniş omuz kanalları ve kendini temizleyen sırt deseni sayesinde kar ve çamur tutmaz.
2- Çok köşeli bloklar, kar ve çamur içinde çekiş yeteneğini artırır.
3- Blokların üstünde bulunan çok sayıdaki ince kanal lastiğin ıslak ve karlı zemindeki çekiş yeteneğini artırır.
4- Çevresel yöndeki merkezi dişler sayesinde, lastik yüksek hızlarda dengeli sürüş sağlar ve direksiyon hareketlerine tam cevap verir.
5- Düz, çevresel merkez oluklar yüksek hızlarda üstün su tahliye yeteneği sağlar.
6- Özel bilgisayar simülasyon tekniği ile hesaplanan blok boyutları sayesinde lastik sesi en aza indirilmiştir.
– 23 Mayıs 2007 günü gerçekleştirilen Lassa Competus Keşif Konvoyu 2007 jüri toplantısında kampanyaya gönderilen 1490 başvuru arasından en ilginç 8 keşif hikayesi belirlenmiştir. Bu hikayeleri aşağıda okuyabilirsiniz.
Alev Çankayalı
Bora Acar
Emine Güneş
Mehmet Canaydın
Müşfik Eker
Onur Taş
Sinem Alanyurt
Yasemin Özkaner
ALEV ÇANKAYALI
Bu zirve yolculuğu K8000 adlı bir projenin parçası. Maceraperest, sportif, dağcılıkla az veya çok ilgilenen kişilerin belirli bir program dâhilinde çalışarak bir kaç yıl içinde dünyanın en yüksek dağlarının zirvesine ulaşabilir mi? Sorusuna cevap arayan bir birliktelik, K8000. Plana göre yıl içerisinde önce Türkiye’nin zirvesi Ağrı’ya 3 ay sonrada Afrika’nın tepesi Kilimanjaro’ya tırmanacağız. İlk sınav Ağrı ama esas heyecanlandıran Kilimanjaro. Ağrı’ya sorunsuz bir şekilde tırmanıp, dönüyoruz. Afrika Kıtası’nın en yüksek dağı olan Kilimanjaro’ya tırmanmak üzere yollara düşüyoruz. Bu seyahatin benim için önemi çok büyük. İlk defa, Afrika Kıtasına gidiyorum. İmkânsız gibi görünen bir hayalim daha gerçekleşmek üzere ve sınırımı bir kez daha, bu kez Kilimanjaro’nun zirvesine ulaşmak için, zorlayacağım. Tırmanışın ilk iki günü yağmur ormanlarının arasından, nispeten yumuşak eğimli patikalardan yürüyoruz. Tırmanıcıların sadece %60’ının zirveye ulaşabildiğini öğreniyoruz. Tırmanışın 3.günü artık ilk 2 günün rehavet havasından çıkıyoruz. 3.gün aklimatize olma günü, çünkü bundan sonrası bayağı zorlu. 4000m’den sonra insan sağlığı açısından ciddi riskler başlıyor. Bu sebeple 3.gün 3600m kampından aklimatize olmak için 4600m.ye çıkıp, tekrar 3600m.ye dönüyoruz. Yorucu bir gün oluyor. 4.gün 4600m kampına taşınıyoruz. Bugün hepimizde biraz tedirginlik var. Artık hava soğuk, kapalı ve sisli. Rotamız dik, yerler çarşak, kat edilmesi gereken mesafeler çok uzun ve oksijen azlığı kendini hissettirmeye başladığından kolay yoruluyoruz. Hepimizde tedirginlik ve merak var. Bu dağı zor yapan büyüklüğü ve yüksekliği. Zirve yürüyüşü gece yarısı başlıyor. Hava soğuk fakat açık, yağış ve rüzgâr yok. Rota gerçekten çok dik, yer yer kaya setleri olsa da genelde çarşak patikalardan oluşuyor. Oksijen azlığı etkisini gösteriyor. Ekibimizde şiddetli yorgunluk alametleri baş gösteriyor. Bazı arkadaşlar ayaklarıyla ilgili sorun yaşıyor. Bu olumsuz gelişmeler moralimizi bozuyor. Bu seviyeden sonrası bizim için de bir bilinmez. Sürekli durup dinlenmek istiyoruz fakat sık durmak, kalbin ritmini ansızın düşüreceği için teknik olarak irtifa hastalığına davet çıkarmak anlamına geliyor. Yavaş ancak tempolu yükseliyoruz. Şafağın sökmesine daha var. Bu arada şiddetli bir ayazla birlikte yağmaya başlayan yağmur moralimizi biraz daha bozuyor. Tüm bu yorgunluk ve moral bozukluğu yüksek irtifanın etkileri. Tırmanışı yarım bırakarak, inişe geçmiş bazı dağcıları görüyoruz. Sonunda güneş doğuyor, ekibimiz üzerine pozitif etkisini salarak. Ansızın Kilimanjaro’nun meşhur karlarıyla karşılaşıyoruz. Artık 5800m’deyiz, oksijen azlığı çok belirgin. Sonunda, zirveye ulaşıyoruz. Hepimizin gözünden yaşlar akmaya başlıyor. İşte Afrika Kıtası’nın en tepesindeyiz. Oksijen azlığı ve tükenmişlik duygusunu alt eden bir mutluluk yaşıyoruz. O ana kadar hissettiğim tüm yorgunluğu unutarak, buna binlerce kez değdiğini düşünerek …
BORA ACAR
Zifiri karanlığın içerinde ilerlemek. Bilinmeze. Boşluğa atılan adımlar. Sadece şansımıza güvenerek yapılan hamleler. Çevreden gelen tedirginlik verici sesler, kımıltılar. Karanlığın içerisinde gezinen, algılarımızla tanımlanamayan, insan yapısı yüksek teknoloji ürünü oyuncaklarla tespit edilemeyen, fakat var olduklarına yemin edebileceğim, belki de evrimsel aşamada kaybetmediğimiz hayvansal güdülerimizi depreştiren varlıklar. Bu zifiri karanlıkta, bu bilinmezlikte, bu varlıklar tarafından yalanarak ilerlemek. Her şüphede yakılan, çevreyi tarayan, belirli hiçbir şey göstermeyen ve her yakıştan sonra bizi daha da körleştiren fener. Ve böyle bir fenerin bile pilinin bitmesinin verdiği umutsuzluk trenine bir bilet. Kıyafetlerimizin orasından burasından tutup çekiştiren, oradan oraya savuran, hedefine güdümlenmiş, bedenlerimizi çıldırmışçasına kamçılayan rüzgar, yaverliğini yapan yağmur ve havanın soğukluğu. Islandık, rüzgar yağmur damlalarını derimizden içeriye sokmaya çalışıyor ve üşüyoruz. Fakat artık gözlerimiz karanlığa iyice alıştı. Artık bizde bu yabanıl ortamın bir parçasıyız. Önümüze inilmesi gereken 18 metrelik bir şelalede çıkararak doğa bizi sınıyor. Sırtımızda donanımımızla ipten yavaşça kayarak şelaleden inmeye ve yolumuza devam etmeye çalışıyoruz. Hedef kamp noktasına varmamıza en az 1 saat daha var. Rüzgar ve yağmur şiddetini kesip duruyor. Çadırımızı kuruyoruz, ciğerlerimiz kuruyuncaya kadar üfleyip ateşimizi yakıyoruz. Ateşin yaydı ışık ile beraber acıyan yerlerimizde hasar tespiti yapıp, sıcaklığı ile kuruyoruz. Sınavı geçtik, doğa bizi kabullendi ve bağrına bastı. Acı çekmeden zafere ulaşılamıyor. Bu hikaye 2004 Kasımında, Yalova/Erikli yaylası civarında yaşadığım, en fazla risk alarak en fazla keyif duyduğum maceralarımdandır.
EMİNE GÜNEŞ
Doğu Karadeniz’e yapılacak her seyahat, bir macera, bir keşif ve keyif yolculuğu, daha doğrusu macerasıdır. İnsanoğlunun; o muhteşem dağlarda, o çılgın denizde ve o olağanüstü soylu, insana biraz yüksekten bakan havasıyla mağrur yaylalarda; bir parçası olduğu Doğa’nın muhteşem görkemini içinde duya duya, hafif ürperişler eşliğinde Doğa’yla yaptığı dans. Çocukluğumda sıkça gerçekleştirdiğimiz Artvin seyahatleri sırasında, bulutsuz lacivert gecelerde geçtiğimiz Zigana geçidinde, koyu lacivert zemin üzerinde bıraktığı ürpertici kara siluetleriyle dağların bana hissettirdiği korkuyla karışık yoğun saygı ve aidiyet duygusunu hiç unutmadım. Dağlar, Doğu Karadeniz’in, deniz dışındaki tüm coğrafi terimlerini içeren, içinde yaşayan insanlara verdiği pekçok özgün karakter unsuruna, “zor”u başarmak” imzasını da atan, zor çıkılan, zor fethedilen, asla teslim olmayıp, insanını kendine uymaya zorlayan dağlar….ve tabii o dağların suları, yeşili, yaylaları…. Ayder yaylalarını görmek amacıyla gittik Trabzon’a 6 arkadaş. Konaklama yerimiz Ayder yaylalarında bulunan, ahşap, tipik bir Doğu Karadeniz eviydi. Ev sahibimizin hazırladığı, yöreye özel nefis kahvaltıları ve batı veya güney bölgelerimizdeki çeşitliliğine inat; doğadan zor almaya alışkın, azla ve özle yetinmeyi hayat düsturu edinmiş Doğu Karadeniz insanımıza özel; az çeşitli ama “öz”ü yoğun yemeklerini hala unutamam. Ayder’ e geldiğimizin ikinci günü sabah saat 6 da Kackar daglarının eteklerine dogru yürüyüşe gectik. Kackar’ ın gorunduğu an müthişti. Butun ihtişamıyla karşımızdaydı. Çocukluğum, Zigana geçidi, dağların koyu lacivert içindeki koyu siyah siluetleri…., muhteşem, görkemli doğa … ve biz; o’nun birer parçası; keşfetmeli, fethetmeli ve…o’na dönmeli, ait olmalıydık. Sadece eteklerine kadar gidebildiğimiz Kackar dağının ihtişamı aynı zamanda ürkütücüydü de. Keşfedecektik, evet ama fethetmek?….. 3 saat sonra bir mola verdik.. Orada aldığımız hava sanki baska bir dunya’dandı. Her birimiz, o muhteşem doğa karşısında hissettiklerimiz ve kendimizle baş başa kaldık bir süre. Doğa’ya dahil olduk, ait olduk ve kainatın merkezinde, içinde oldugumuzu hissettirdi bize Kaçkarlar. Ve artık donelim dediğimiz zaman hava kararmaya başlamış ve küçük serpintilerle yağmur, ufak ufak yagmaya başlamıştı. Dönüş yolu yokuş aşağı oldugu icin kolay ( bir süre sonra yasayacaklarımızı bilmediğimiz icin) bir etaptı. Deniz’i gibi, yağmuru da bir alemdi bu yörenin. Hiç de ummadığınız anda hırçınlaşarak, “keşfetmenize tamam, fethetmenize hayır!” diyor ve sizi, tatlı bir mücadeleye zorluyordu. Tırmanırken farkettiğimiz bir küçük su akıntısı vardı. Üstünden atlayarak geçmiş. suyundan keyifle içip, serinlemiştik. İnanılmazdı ama o su akıntısı, bir çağlayana dönüşmüş ve yolumuzu kesmişti! Bu kadar yıl gecmesine ragmen, aklıma geldikçe hala heyecan duydugum bu gorun…
MEHMET CANAYDIN
BORNEO Biz bu tura çıkmayı düşündüğümüzde sadece Uzakdoğunun gizemli ortamını paylaşmak ve birazda deniz ve güneşinden faydalanmayı planlıyorduk. Fakat Borneo adasına uçaktan ilk adımımızı attığımız andan itibaren tatilimizin umduğumuzdan farklı olacağı sinyallerini aldık. Turumuzun 2.gününde Borneo’nun Malezya-Endanozya sınırında bulunan yerel hükümet askerlerinin kontrol noktalarını aştıktan sonraki içinde farklı parkurların olduğu Borneo Junglelarına yerel rehberimiz eşliğinde bizi nelerin beklediğini tahmin edemiyeceğimiz treaking turumuza keyif içinde başladık. BAşlangıçta toplam sürenin 1,5-2 saat lik bir tur olacağı ve bu esnada farklı bitki ve hayvan türlerinden örnekler göreceğimiz bize rehberimiz tarafından bildirildi. Treaking turumuzun ilk dakikaları neşeli , gökyüzünü görmemizi engelleyen 15-20 metrelik ağaçların ve bitki örtüsünün bizde yaratmış olduğu hayranlık ile devam etti. Doğa ile mücadelemiz önce sülük ve keneler ile başladı. Bir taraftan jungle içinde kendimize yol açmak diğer taraftanda vücudumuza büyük bir iştah ile dişgeçiren sülük ve keneleri ayıklamak yaptığımız ilk hatanın böyle bir ortama sadece tshirt ve bermuda ile gelmnin nekadar yanlış olduğunu bize gösterdi. Orman içinde yürümek nemli bir ortamın yaratmış olduğu kaygan bir o kadarda engebeli zemin üzerinde hiçte kolay olmuyordu. Düşmemek için tutunmaya çalıştığınız bir ağacın gövdesi nem sayesinde çürümüş içi boşalmış dirseğinize kadar kolunuzun ağaç gövdesine girmesine sebeb oluyor, birden karşınıza çıkan tepeyi aşmak için sarmaşıklara tutunarak ve ekipteki bay bayan herkesin takım ruhu içinde mücadele etmesi aradan geçen 3 saat sonunda bedensel olarak bizi yormaya başlamıştı. Turun başındaki gülen yüzler asılmaya parkurun nezaman sona ereceği soruları ile yerel rehberimiz Abu’ya taciz atışlarımız başlamıştıki yolumuz bir nehirin karşımıza çıkması ile dahada karmaşık bir duruma geldi. Yol burada bitmiş idi, yerel rehberimiz (ki daha sonradan öğreniyoruz bu parkuru kendiside ilk defa yapıyor) bizlerin sorumluluğu üzerinde olması sebebi ile bizlerin de hissedebileceği şekilde paniklemiş havanın kararması ve yanımızdaki içme suyunun tükenmeye yakın olması nedeni ile kendisini nehrin içine atıp yüzerek karşı kıyıya bizim için parkurun devamını bulmaya gitmesi ile bizim heyecanlı dakikalarımız başlamış oldu. Aradan geçen 30-35 dakika sonra Abu yanımıza tekrar dönmüştü, Muson yağmurları mevsimi olması nedeni ile artan nehir suları parkuru kapamış ve tek yolun yüzerek karşıya geçmek olduğu Abu tarafından deklare edildi. Üzerimizdeki kıyafetler ve elektronik aletler ile suyu aşıp yolumuza devam etmeye başladık. Artık hava tamamen kararmış, 2 saatlik turumuz 5 saati bulmuştu. Bu süre zarfında tıbbi müdahaleyi gerektirecek tüm böcek sokma ve sülük-kene operasyonları grubumuzdaki doktor karı-koca tarafından yerine getirirmişti. Bu parkur sonunda takım ruhu ile doğa ile mücadele etmenin zevkine varmış,bir sonraki günkü Borneo keşfimizi düşünmeye başlamıştık.
MÜŞFİK EKER
-TARİHTE BİLİNEN İLK YERLEŞİM- Matematik öğretmeniyim. Değişik mesleklerden oluşan bir fotoğraf ve doğa grubumuz var. Fırsat buldukca çevre gezileri yapıyoruz. 1999 ilkbaharı. Zonguldak-Ereğli-Ovaköy. Sabah 08.30. Arabalarımızı bir dere kenarına bırakıyoruz. Yukarı doğru bir vadi yürüyüşü planlıyoruz. Yağmur sonrası, daha tam yeşile dönmemiş, sarımsı dalların yeşil filizleri. Birbirine kur yapan kuşların cıvıltıları. Doruklardan erimeye devam eden kar suyuyla coşkun akan suyun sesi… Saat 10.00 gibi bulunduğumuz yerin tam karşısında, tüm çevreye hakim, ihtişamlı, korkutucu bir kayalık yükseliyor. Sırt çantalarımızdaki yiyeceklerimizi-çaylarımızı bu zirvede yemeye-içmeye karar verip, vadi boyu tatlı bir meyille yükselmeye devam ediyoruz. Deredeki su seviyesi, biz yükseldiçe, artmaya ve daha sert akmaya başlıyor.Yarım saat sonra dereden ırmağa dönen suyun karşı yakasına geçmek imkansızlaşıyor. İnatla ve sabırla, suyun daralmasını yada kayalardan atlayarak, karşı yakaya geçmemize izin verilmesini bekleyerek, yürüyoruz. Yaklaşık 4,5 saatlik yürüyüşden sonra, güzel bir sürprizle karşılaşıyoruz; kar. Artık, güneş almadığı için erimemiş, gölgede kalmış kar üzerindeyiz, biraz üşüyoruz. Bazı altı boş birikintilerde, dizimizin üstüne kadar gömülerek yürüyoruz. İkinci tatlı sürpriz; dere üzerinde yıkılmış bir ağaç, bizim için, doğal bir köprü oluşturuyor. Karşı yakaya geçiyoruz.Yemek molasını vereceğimiz yere doğru tırmanmaya başlıyoruz. 1,5 saat sonra, toplam yaklaşık 6 saatlik yürüyüşün ardından, nefis bir manzara eşliğinde azıklarımızı yiyor, çaylarımızı yudumluyoruz. Gruptan bir kaç kişi kayalıklardaki küçük oyuk ve mağaraları fark ediyor. Bağırıyorlar, “Aşağıya!.. Gelin!..” Hep beraber sırayla dalları tutunarak aşağıya iniyoruz. Kimimiz yüksekten korkup, beklemeyi tercih ediyor. Bunlaradan biri de benim. Ama merakıma yenilip kendimi, yardım alarak aşağıya bırakıyorum!Mağaralara girdiğimizde çok şaşırıyoruz. Hepsi karınca yuvası gibi. Birbirine bağlı. Oyuklarda define avcılarının istila ve yağma izleriyle karşılaşıyoruz! Kazma, kürek izleri, konserve kutuları,çöpler… En önemlisi de, tamamen parçalanmış, en büyüğü bir avuç kadar kalmış, testi kırıkları! Grubumuzdakilerden biri arkeoloji mezunu. “Bunlar mezar küpleri…”diyor. Bir kaç örnek parça alıyoruz. Bu parçaları, İ.Ü’ne yolluyoruz. Sene sonuna doğru, İ.Ü’den Prof.Dr.TURAN EFE tarafından, Kdz.EREĞLİ Müzesi adına kurtarma kazısı organize ediliyor. Sonuç bizi çok heyecanlandırıyor: “Batı Karadeniz Sahil Kesiminin bilinen en eski yerleşim yeri”ni buluyoruz. Ki parçaların geçmişi, M:Ö 2700, ilk tunç çağına kadar uzanıyor! Bu döneme ait yaşantı izlerinin yaşayan ilk tanığı bizleriz! Böylece bu keşfimiz,”Batı Karadeniz Sahil Kesiminin bilinen en eski yerleşim yeri, gençlerden oluşan bir doğa grubu tarafından bulunmuştur…” olarak akademik literatüre giriyor.
ONUR TAŞ
İnşaat mühendisi olarak mesleğimi yurtdışında icra etme niyeti ile başvurduğum firma beni Suudi Arabistana göndermişti. Rusyada çalışmayı tercih eden meslektaşlarımın aksine Arabistana gitme fikri çölü göreceğim için cazip gelmişti. Cidde havalimanına gece inmiş ve çölü görene kadar iki hafta şehirde oryantasyon eğitimi almıştım ve sonunda filipinli bir şöför eşliğinde 4×4ümüz ile şehri terk edip arazi keşif gezisi için çöle ulaşmıştık. Şehir içinde direksiyon başında olan şöförüm çöle gelince direksiyonu talebim üzerine bana vermişti. Hayatımda uzun süredir istediğim bir şey oluyor ve ilk kez 4×4 direksiyonuna geçiyordum. Sürüş esnasında fark ettimki, uçsuz bucaksız manzaradan dolayı üç boyutlu görüntü algılamamız iki boyuta inmişti. derinlik anlayışı olmadığı için yol üzerindeki çukurları, tümsekleri seçemiyor o nedenle ancak 20-30 km hızla gidebiliyorduk. Dalgınlığımıza gelip de gaza bastığım an bir tümsek bizi cezalandırıyor ve dört teker yerden kesiliyor, başımızı tavana çarpıyorduk. 40 derece üzerinde seyreden sıcakta klimasız ortam testinde sadece 15sn. dayanabiliyorduk. Yolumuzda ilerlerken karşıdan beliren jipteki araplar bizi el işareti ile durdurup geldiğimiz güzergahta deve sürüsü görüp görmediğimizi soruyordu. Ansızın karşımıza çıkan hayvan leşinin kesif kokusu bir anda genzimizi yakıyordu. Ufka baktığımızda gördüğümüz ufuk çizgisinin havada asılı kalan kum partikülleri yüzünden kahverengiye boyanmış rengiydi. Mavi gökyüzünü görmek için çok daha yukarı bakmak gerekiyordu. Çölün deniz ile buluştuğu sahil şeridinde gördümüz manzara ise çok daha etkileyici idi. Masmavi sahil şeridinin Kızıldeniz’e doğru 100-150 metrelik kısmını mercan resifleri kaplıyor, su içinde yürüyerek katedebileceğiniz bu mesafeyi geçince derinliği birden bire 10 metreye ulaşan Kızıldenizin görkemli sualtı dünyası bizi karşılıyordu.Tanrı’nın bu coğrafyada kara parçasının aksine denize alabildiğine cömert davrandığını ancak görenler anlar. İlk çöl ziyaretimde görmeyi umduğumdan fazlasını görmüştüm ancak altı ayımı geçireceğim bu bölgede daha bir çok kendine özgü güzelliğin farkına varacaktım. Daha sonraları yaşadığım çöl fırtınasında düştüğümüz aciz durum bir kere daha doğa karşısında varlık olarak ne kadar önemsiz olduğumuzu vurgulayacaktı. Bu ilk ziyaret sadece herşeyin başlangıcı idi…
SİNEM ALANYURT
Tam anlamıyla dünyanın öbür ucunda olmanın keyfini çıkarıyorduk. 4 kız Hawaii’nin Maui adasında küçük bir kondo ve araba kiraladık.İlk bir kaç gün adanın en populer mekanlarını gezdikten sonra bilinmeyene karşı merakımızı yenemeyerek arabayla adanın diğer kısmına geçmeye karar verdik. Bu takribi olarak o gün 150 mil civarı araba kullanacağımız anlamına geliyordu.Gittiğimiz yer Haleakala National Park ile başlayan korunan bir bölge idi. O kadar sıkı koruma altındaydı ki bir noktadan sonra kiralık arabaların yani turistlerin geçmesine izin verilmiyordu. Şehrin içinden geçerken sanki tüm ada da böyleymiş gibi neşeli ve rahattık. Sonra yavaş yavaş ‘dikkat’ işaretleri ile birlikte arabaların ve o tanıdığımız yemek zincir restorantlarının azaldığını gördük. Adanın diğer tarafının bilinçli olarak geliştirilmediğini biliyorduk ama yine de bu kadarını beklemiyorduk. Bir tarafımız dağ diğer tarafımız yüksek yamacın ardından okyanus ile çevriliydi. Gidiş geliş olan araba yolunda ancak her yarım saatte bir araba ile karşılaşıyorduk. Bazen iki şerit tek şerite düşüyor, tahta köprülerden,çatılaşmış ağaç kümelerinin altından nefesimizi tutarak geçtiğimiz oluyordu. Daha önce birkaç broşürde siyah kumlu gizli bir plaj olduğunu görmüştüm ama nasıl gideleceği hakkında başka hiç bir bilgi yoktu.Daracık yollardan, suların içinden geçerken kullandığım araba koltuğuna yapıştığımı hissetmiştim.Duyduğum inanılmaz heyecan, bilinmezlik ile birleştiğinde beni korkutmaya başlamıştı.Akşam üstü olmuş biz hala siyah kumlu plajı arıyorduk. Hava karardığı anda, o daracık yollardan geri dönmek imkansız olacaktı, arabayı sağa çekip geceyi geçirebileceğimiz tek bir yer bile yoktu.Biz sahile doğru gitmek isterken yol bizi yukarılara çıkarmaya başladı.Ama farkettim ki bu sefer sol tarafta ağaçların arkasında bir patika vardı. ‘Tam sigortalı’ arabayı bu patikaya sürer miyim sürmez miyim derken arkadaşlarımla birlikte çığlıklar içinde kendimizi o patikada bulduk. Dar patika hızlı giden arabalar tarafından görülmesi imkansız bir şekilde konuçlandırılmıştı sanki. Sadece patikayı görmek yetmiyordu yol büyük küçük taşlar ve dallarla kaplanmış bayır aşağıya bir yoldu. Belki on dakika o yolda ilerledik. Geri dönmeyi düşündük ama arabayı çevirebileceğimiz bir alan bile yoktu. Sonra birbirine kenetlenmiş , arkalarındakini bir sır gibi saklayan o ağaçlar bize hoşgeldin der gibi yavaş yavaş seyrekleşmeye başladı, bir deniz esintisi bizi karşıladı… Ve karşımızda o resimlerini gördüğümüz siyah kumlu sahil vardı. Gözlerim dolmuştu, hayatımın ilk keşfini yapmıştım. Her köşesine gitmek, denizine girmek, kumsalında saatlerce yatmak istiyordum. Ancak oraya vardığımızda artık hava iyice kararmaya yüz tutmuştu. İsterdim ki orada iki üç saat geçirip o gizin, o dokunulmamışlığın keyfini çıkartayım. Ama maalesef yalnızca yarım saat kalabildik. Dönüş yolunda artık ne heyecan ne korku vardı. Garip bir bilgelik, ‘ben ordaydım’ ifadesi…
YASEMİN ÖZKANER
18/04/2004 yılında yaklaşık 10 saatlik bekleyişten sonra gece 03:00 sularında uykusuz bir halde uçağa atlayıp kualalumpur’a(5 saat bir sonraki uçak için bekledik),sonra kotakinabalu,sonra tawau sonrada otobüsle muz ormanının içinden geçtikten sonra, durmaksızın tabii,sempornaya vardık.45 dakikalık bir motor yolculuğundan sonra sipadan adasına vardık. Okyanusun ortasında, çevresinde 30 dakikada dolaşabileceğiniz içi jungle olan (girmek nerdeyse imkansızdır)mercan kayalıklarından oluşmuş bembeyaz kumsalıyla bir hiçliğin ortasında sadece küçük evlerin olduğu dalış için kurulmuş bir yer.Toplam uykusuzluğumuz sanırım 30 saate yakındı. Tabii bavulları deniz kıyısındaki bungalova atarak ne yaptık bilin bakalım.Tabiiiki daldık.Hemen nefes almadan h adaya 1-1,5 m uzaklıktaki yaklaşık 700 metreye kadar inen drop off ta ilk dalışımızı yaptık.Keşfettiğimiz şeyler ise kaplumbağa mağarası çeşitlerce balık ve 700 metrelik suların güzelliğiydi.Ama tabiiki bunun başlangıç olduğunu nereden bilebilirdik ki. Gece aynı sulara bir büyük, bir küçük fenerle eşimle başbaşa daldık.Hissettiğim tek şey adrenalindi kaybolsak,boğulsak bizi farketmeleri imkansızdı,adımız ve dalış saatimizin yazılı olduğu tahtaya baktıkları zaman ancak farkedilebilirdik. Gece dalışımızda küçük fenerimizde sönünce biraz korkarak,geri dönmeye karar verdik,sular kapkaranlıktı,üstümüzden bazı gölgeler geçiyordu ama biz göremedik ne olduğunu.Bildiğim tek şey sabah yaptığımız dalışlarda gördüğüm köpekbalıklarının yanımızda olabileceğiydi,yukarıya çıkmamıza rağmen ne ay ışığı, ne de dalış merkezinin ışıkları görünmüyordu,artık telaşlanmaya başlamıştım,karanlık bitmek bilmedi,sonra kafam bir duvara çarpınca farkettim ki başımızın üzerinde duvar var hafif yana kayınca ışıkları görebildik,azıcık korku dolu,azıcık gülerek dalışı tamamladık.Ertesi gün yapılan bir dalışta Japonların gördüğü bir adet çekiçkafayı göremediğimiz için gidip rehberime ağladım o da bana bizimle tekrar dalabileceğini söyledi ve teknelerimize bindik.Bu sefer mercan kayalıklarının dışına doğru giden rehberimizi izlemeye başladık bir müddet sonra çevremiz sadece açık maviydi hiç bir şey göremiyorduk,uzaktan farkedilen karartılar dışında bir sürü geçiyordu yaklaştıkça gördüklerim karşında,ağlamaya başladım. gözyaşlarımı farkettim. Karşımda koca bir çekiçkafa sürüsü vardı, eşim kendini kaybetti ve biz durduğumuz halde o sürüye karışmaya karar verdi.Ben sadece hissisleşmiştim.Sürüden ayrılan yaklaşık 3,5-4 metrelik bir ç.kafa eşimin üzerinde dolandı.O dalış bittiğinde bende bitmiştim. Bir hafta sonunda aynı yoldan geri döndük ve kualalumpurda çin,hint her türlü ırkın mahallelerini,batu mağarasını ve tüm şehri keşfettik.Yaşadıklarımız ve heyecanımız,keşfettiklerimiz bu satırlara ne yazık ki sığamaz.Size sadece şunu söyleyebilirim.İki yıl sonra 19 Mayıs 2006’da aynı yerde (sıpadan adası-kapalai suların üstünde kurulu evler )oğlumuzun 1.yaş gününü balıklarla kutluyorduk. Sevgiyle kalın…
Fotoğraflar:
2006 yılının: http://www.competus.com.tr/album/default.asp?id=3
2005 Yılının: http://www.competus.com.tr/album/default.asp?y=2005
Konvoya Katılanların Gönderdikleri: http://www.competus.com.tr/album/default.asp
Konvoyda Hergünün nasıl geçtiğini belirten yazılar:
2003 yılından itibaren 2006 yılına kadar:
http://www.competus.com.tr/detay.asp?to=0300
http://www.competus.com.tr/detay.asp?to=0400
http://www.competus.com.tr/detay.asp?to=0500
http://www.competus.com.tr/detay.asp?to=0601
Projeye destek olanlar:
http://www.competus.com.tr/detay.asp?to=ortaklar
2.sayfada 2006 yılında kazanan talihliler ve hikayeleri ile gizlilik sözleşmesini okuyabilirsiniz. >>
Sayfalar: 1 2